27 Aralık 2012 Perşembe

Sinekli Mandalina Kimlere Yedirildi?...

Akdeniz Sinekli Mandalina Kimlere Yedirildi başlıklı yazım çeşitli linklerde yayınlanmış olup bilginize sunarım.
*
Saygılarımla, 
Çapar Kanat...
Akdeniz "Sinekli Mandalina" Kimlere Yedirildi?..
Eskiden Ankara’nın iki alışveriş merkezi vardı. Yüksek gelirlilerin alışveriş ettiği Kızılay diğeri ise yoksul kesimin Ulus semti idi
Kızılay semti protokolün gözünün gördüğü yer olduğu için burada olmasa da Ulus’ta bayram arifelerinde yere serilen sergenin üzerine pantolon, gömlek veya çoraplar yığılır, satıcılarının adına işportacı denilenler  başında bas bas bağırır: ihraç malları, yetişin kalmıyor.. Ucuzluğuna da diyecek olmazdı.. İnsanlar da alışveriş etmeden önce sanırdı ki firmanın biri bunu ihraç gayesi ile üretmiş ve satamayıp zor durumda kalınca maliyetinden işporta piyasasına satmış.. O satılan gömleklerden, çoraplardan bir tane alayım deseniz ancak bir giyimlik olup ihraç malı değil ıskarta malı.!
Şimdi AVM’ler çıktı. Merkezler çoğaldı. Yoksulu da varlıklısı da pahalı AVM’lerin renkli, cicili bicili ortamından alışveriş ediyor. Tüketiciler AVM’lerin pahalı kiralarını finanse ediyor. Sadece giyim değil yiyecek, içecek, meyve ve sebze tedarikleri de buralardan sağlanıyor. Giyim de hazır yiyecek de marka sevdası, markalaşma var ama sebze ve meyvede markalaşma var mı? AVM’lere, Süpermarketlere, manavlara sevk edilen sebze ve meyvelerin yenilir olduğuna dair bir güvence var mı? Bu güvenceyi kim verebilir?
Türkiye sebze ve meyvede kendi ikliminin verdiği avantaj ile Avrupa Birliği ülkelerine, Rusya Federasyonuna meyve ve sebze ihraç eden bir ülke. Meyve ve sebze de markalaşmanın birinci ölçüsü tarım ilacı ve hastalık kalıntısı olmamasıdır. Bu olumsuz durum önlenmediği için zaman zaman meyve ve sebzelerimiz iade ediliyor.
Peki ihraç edilip de yurt dışından iade edilen sebze ve meyveler ne yapılıyor?
Afiyetle bizlere yediriyorlar. Nasıl mı?
Türkiye’de bir firma gıdanın her türlüsünü ihraç etmeye (yurt dışına satış) kalkıştığında o gıda için Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından sağlık sertifikası almak zorundadır. O gıda bir ambalajlı gıda olup bir gıda üretim sertifikası var ise bile.. 
Yaş meyve ve sebzenin önceden gıda üretim sertifikası zaten olamaz. İhracatçı firma yaş meyve ve sebzeyi ihraç etmek için kamyona yükler . Firmaya en yakın gümrük dairesine sevk eder. O ilin Gıda Tarım Hayvancılık İl Müdürlüğündeki Gıda kontrol Uzmanlarına başvurarak sağlık sertifikası düzenlenmesini ister. Resmi uzmanlar gümrük dairesinde bekleyen gümrük beyannamesi açılmış sebze veya meyveden numune alıp resmi laboratuarda tarım ilacı kalıntısı meyve sebze böcek ve sineklerinin mevcut olup olmadığını analizlerinde belirler. Bir buluntu çıkmaz ise Türkiye Cumhuriyeti Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı adına sağlık sertifikası düzenlerler ve firmaya verirler. Firma da diğer belgeler ile bu belgeyi kamyoncunun eline verir. Kamyoncu malı satın alacak ülkenin gümrük kapısına gelince bu belgeleri ilgililere sunar. Artık hiçbir ülke bir diğer ülkenin sebze ve meyvede bir diğer ülkenin verdiği sağlık sertifikasına itimat etmeyip kendi resmi laboratuarlarında da analiz etmeden ülkesine sokmuyor .
İşte 2012 yılı başından bu yana Rusya’ya ihraç ettiğimiz 10 partide gönderilen 260 ton mandalina iade edildi. Rusya Federasyonu Federal Bitki Koruma ve Karantina Servisi (Rosselhoznadzor) yetkilileri, son parti 23 ton mandalina üzerinde de sağlık taraması yaptığını ve Türkiye’ye iade ettiğini açıkladı. 
Gıda Tarım Hayvancılık Bakanlığı Ulusal Gıda Yönetmeliğine göre Türkiye’ye iade edilen her türlü gıda ilk giriş kapısında imha edilmek zorundadır. Peki, Rusya Federasyonunun sağlıksız, Avrupa’nın tarım ilacı kalıntısı bulunduğu gerekçesi ile iade ettiği sebze ve meyvelerin iade edilenlerinin gümrükte imha edildiğini hiç işittiniz mi? 
İşitmiyorsunuz çünkü o mallar Türkiye’ye sokulup iç piyasaya işportaya sunulan mallar gibi yerlerde değil AVM’lerin reyonlarında satılıyor. Veya hallere sokulup vilayetlerin diğer hallerine tüketicilerin midesine girmesi için gönderiliyor. Afiyetle yediriliyor…
Peki yurt dışından iade edilen sebze ve meyvenin ilk ihracı esnasında ona sağlıklıdır sertifikası verenlerin yakasına devletimiz yapışıyor mu? İşitmedik!
Peki ihracata sunulmayıp da bahçelerden, tarlalardan hallere, hallerden diğer illerin hallerine oradan da manavlara, AVM’lerin, süpermarketlerin manav reyonlarına getirilen sebze ve meyvelerin iç kontrollerinin GTH Bakanlığınca yapıldığını işitiyor musunuz.? Peki, işitiyoruz diyor iseniz iç kontrollerin güvenilir bir şekilde yapıldığına inanmak mümkün mü? Dış satımdaki resmi kontrollerin güvenilmez olduğunu Rusya, AB gözümüzün içine sokar iken iç kontrollerin güvenilir olduğuna nasıl inanalım?
Evet. Avrupa Birliği ülkelerinin tarım ilacı bulduğu, Rusya Federasyonunun da Akdeniz Sineği Bulup iade ettiği sebze ve meyveleri toplum olarak bizlere tükettirildi. 
Tükenen meyve sebze değil bizler olacağız..!

9 Haziran 2012 Cumartesi

Genetik Ulusal Komite Toplantısı.,

GIDA TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI; TARIMSAL ARAŞTIRMALAR VE POLİTİKALAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ; 
Bünyesinde oluşturulan ve Forum Yöneticimiz ve STD Genel Sekreteri  HAMDİ DAĞ'ın Komite üyesi olduğu: “Evcil Hayvan Genetik Kaynaklarını Koruma Ulusal Komitesi ve Evcil Hayvan Tescil Komitesi” Toplantıları Yapıldı
Evcil Hayvan Genetik Kaynaklarını Koruma Ulusal Komitesi 2012 yılı olağan birinci toplantısı ve Evcil Hayvan Tescil Komitesi 2012 yılı olağan toplantısı 30.05.2012 tarihinde Müsteşar Yardımcısı Dr. Ferhat ŞELLİ başkanlığında, ilgili kurum ve kuruluş temsilcilerinin katılımıyla Şap Enstitüsü Müdürlüğü Toplantı Salonunda gerçekleştirilmiştir.
Sabah oturumunda;
Hayvan Genetik Kaynakları Ulusal Koordinatörü’nün ulusal ve uluslararası çalışmalar ile ilgili sunumu, Dondurarak Koruma Çalışma Grubu sunumu, Risk Durumu ve İndikatörler Görev Timi sunumu ile Tarım Çevre Önlemleri Görev Timi sunumu yapılmıştır. Bir önceki Komite toplantısında alınan kararlar gözden geçirilmiş, kararlar gündem doğrultusunda yapılan değerlendirmelerin ardından alınmıştır.
Öğleden sonraki oturumda;
Evcil Hayvan Tescil Sorumlusunun ulusal ve uluslararası çalışmalar ile ilgili sunumu, Bal Arısı Ekotipleri ve Tescil İşlemleri Toplantısı çıktılarının değerlendirilmesi, Küçükbaş Tescil Alt Komitesi tarafından hazırlanan listelerinin sunumu yapılmıştır.
Kangal Akkaraman, Hemşin, Tahirova, Türkgeldi ve Menemen Koyun ırkları ile Edremit Kelebek Güvercini ve Alabadem Güvercininin tescili Komite tarafından uygun görülmüştür. Karya Koyununun tescilinin ise bir sonraki toplantıda görüşülmesi uygun görülmüştür.
Tescili talep edilen ancak tescile sunulmayan İskenderun Güvercini ve Muğla Dalıcı Güvercini ile ilgili raporlar Komite’ ye sunulmuş ve tescili uygun görülmemiştir. 04 Haziran 2012
Toplantı Kararları:
Evcil Hayvan Genetik Kaynaklarını Koruma Ulusal Komitesi 2012 Yılı I. Olağan Toplantı Kararları:
* Yerli sığır ırklarından sperma üretimi ve kullanımı için 2012 yılı sonuna kadar hazırlıkların
tamamlanması,
* Kurulması planlan küresel gen bankaları konusunda Bakanlık (Hukuk Müşavirliği ve Dış İlişkiler koordinasyonu) bünyesinde hayvan genetik kaynakları ve bunların kullanımından doğacak yararların uluslararası paylaşım yaklaşımları da dikkate alınarak ülke görüşümüzün oluşturulması, yapılacak çalışmanın Kasım ayında gerçekleşecek olağan Komite toplantısında sunulması,
* Türkiye’nin bölgesel gen bankasına ev sahipliği yapmasının maliyet, prestij ve diğer açılardan değerlendirilerek etki analizi yapılması ve Kasım ayında yapılacak olağan Komite toplantısında sunulması,
* S-19 aşısı için yapılan desteklemenin manda için de verilmesi için ilgili birimlere talimat verilmesi
* Uluslararası hayvan ırk, tip tanımları ve risk değerlendirmeleri için bir alt komitenin kurulması ve aşağıda isimleri yer alan üyelerden oluşması;
Prof. Dr. İnci TOGAN, Prof. Dr. İhsan SOYSAL, Yrd. Doç. Dr. Yasemin ÖNER
* TÜRKHAYGEN-I projesinin tamamlanmasının ardından kurulan gen bankalarındaki materyalin kullanımının Bakanlık uhdesinde olması.
Evcil Hayvan Tescil Komitesi 2012 Yılı Olağan Toplantı Kararları:
*03.05.2012 tarihinde gerçekleştirilen  Bal Arısı Ekotipleri ve Tescil İşlemleri Toplantısı çıktıları değerlendirilmiş, gelen görüşler doğrultusunda coğrafik ekotiplerin tanımlanması yönünde girişimlerin başlatılması ayrıca yapılan tanımlara alt tür ifadesinin de eklenmesi,
* Kangal Akkaraman koyunu tescil listesi incelenmiş, toplantı sırasında bilgisayar ortamında yapılan düzenlemelerle tescili,
* Hemşin Koyunu tescil listesi incelenmiş, toplantı sırasında bilgisayar ortamında yapılan düzenlemelerle tescili,
* Tahirova Koyunu tescil listesi incelenmiş, oy çokluğu ile tescili,
* Türkgeldi Koyunu tescil listesi incelenmiş, oy çokluğu ile tescili,
* Menemen Koyunu tescil listesi incelenmiş, oy çokluğu ile tescili,
* Karya Koyunu tescil listesi incelenmiş, başvurunun Bakanlık adına yapılması şeklinde yenilenerek bir sonraki toplantıda görüşülmesi,
* Edremit Kelebek Güvercini tescil listesi incelenmiş, danışman tarafından tekrar incelendikten sonra tescilin Resmi Gazete’de yayımlanması,
* Alabadem Güvercini tescil listesi incelenmiş, danışman tarafından tekrar incelendikten  sonra tescilin Resmi Gazete’de yayımlanması,
* Tescili talep edilen ancak tescile sunulmayan İskenderun Güvercini ve Muğla Dalıcı Güvercini ile ilgili alt komite danışmanının hazırlamış olduğu raporlar incelenmiş tescilin uygun görülmemesi,
* Alt komiteler tarafından hazırlanan tescil listelerinin Komite toplantısından önce üyelere gönderilmesi, gelen görüş ve öneriler doğrultusunda toplantıda sunulması, kararı alınmıştır.

4 Haziran 2012 Pazartesi

olası çevre katliamına karşı!....

DURMUYORLAR: 
Çevre yağma yasası komisyondan geçti
ÜLKEMİZ ÇÖL OLMASIN, ANA'LAR AĞLAMASIN
AKP saldırganlığı her alanda sürüyor. Dün meclis komisyonundan geçen 'Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı'na göre, çevre varlıkları üzerindeki her türlü koruma kararı kaldırılabilecek. Doğal varlıkları şirketlerin yağmasına açan tasarı her konuda bütün yetkiyi bakanlıklarda toplanıyor.
Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nın 14 maddesi dün TBMM Çevre Komisyonundan geçti. Tasarıya göre daha önceden ilan edilen koruma kararları kaldırılabilecek, koruma alanlarının sınırları değiştirilebilecek ve kısmen veya tamamen farklı bir statüye alınabilecek. Böylece her türlü çevre talanı karşısında kısmen koruma sağlayan 'SİT alanı' uygulaması kaldırılmış oldu.
Her türlü taşınmazın kamulaştırılmasına olanak sağlayan tasarı, biyoçeşitliliğin de ticarileştirilmesinin de önünü açıyor. Tasarı konuyla ilgili yetkilerin tamamını Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığına devredilmesini öngörüyor.
Doğa varlıklarının şirketlere yağması önündeki engeller kaldırılıyor
Tasarıya göre, daha önce belirlenmiş ve ilan edilmiş koruma alanlarının sınırları bu kanunun hükümlerine göre değiştirilebilecek, kısmen veya tamamen farklı statü kapsamına alınabilecek veya daha önce ilan edilmiş koruma kararları kaldırılabilecek. Tasarıda buna verilen isim "yeniden değerlendirme" adını taşıyor.
Buna göre daha önce belirlenmiş ve ilan edilmiş koruma alanlarında, gerçek veya tüzel kişilerden gelen öneriler üzerine ya da bu kanunun ilgili maddesi kapsamında yürütülen izleme çalışmalarının değerlendirilmesi de dikkate alınarak, alanı yöneten bakanlık tarafından uygun görüldüğünde “yeniden değerlendirme” işlemi başlatılabilecek.
Çevre Mühendisleri Odası tarafından konuyla ilgili hazırlanan yazılı görüşte, tasarıyla ilgili şu ifadelere yer veriliyor:
Bu yasa tasarısı Anadolu’nun her köşesindeki doğal varlıkları şirketin kullanımına sokmak için hazırlanmıştır bir başka deyişle bu yasa şirketlerin dereleri, gölleri, yer altı sularını, ormanları, meraları, yeraltı katmanlarını (madenleri) sınırsızca kullanmalarının önünü açmak için hazırlanmıştır.
Çevre Mühendisleri Odası ayrıca, tasarının aynı zamanda kültürel ve tabiat varlıklarının korunmasını da engellediğini ifade ediyor. Buna göre tasarı, '2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanununun' Milli park ve 1. derece sit alanlarının kullanıma açılması önünde oluşturduğu engelleri, yaptığı mevzuat düzenlemesi ile önlüyor.
Yeni kurullar göreve başlayana kadar kuralsızlık egemen olacak
Tasarıyla ilgili bir diğer önemli nokta ise, yeni kurullar faaliyete başlayana kadar geçecek olan sürede yaşanacak belirsizlik. Buna göre yasa yürürlüğe girdiği andan itibaren tüm tabiat koruma statülerinin iptal edileceği, yeniden koruma statüsü kararlarını verecek kurulların ise ancak konuyla ilgili yeni yönetmelikler hazırlanınca göreve başlayacağı belirtiliyor. Yönetmeliklerin hazırlanması ve kurulların oluşturulması ve çalışmaya başlamasının ise en az üç yıl sürmesi bekleniyor. Bu durumda, üç yıl boyunca her türlü çevre yağması zaten fiilen serbest olacak.
Boğazlar ve Anadolu yağmaya açılıyor
Tasarıya göre "4533 sayılı Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı" ve "2960 sayılı Boğaziçi Kanunu" kapsamında korunan alanların da yeniden gözden geçirilmesi öngörülüyor. Bunun anlamı, boğazlarda yapılaşma önünde getirilen her türlü sınırın yakında kaldırılacağı ve tarih, kültür ve çevre mirası açısından en büyük değeri taşıyan bu bölgelerin de şirketlerin yağmaya açılması için hazırlık yapılıyor.
Öte yandan tasarı aynı zamanda Anadolu'da koruma altına alınan 1. derece sit alanları üzerindeki korumayı da kaldırıyor. Çevre Mühendisleri Odası bu konuda şu ifadeleri kullanıyor:
"Bu; Milli Park olan Munzur vadisinin, Arılı, Çağlayan, İkizdere Vadileri gibi 1. derece sit alanı ilan edilen vadilerin statülerinin kaldırılması ve yeniden değerlendirilmesi anlamına gelmektedir. Koruma statüleri değiştiril değiştirilmez bunlara benzer tüm korunan alanlarda Su Kullanma Hakkı Sözleşmesi imzalamış ve /veya HES için ruhsat almış tüm şirketlerin faaliyetleri yasallaşacak ve koruma altındaki vadilerde HES inşaatları hız kazanacaktır. "
Kamulaştırma ve özel ordu kurma yetkisi
Tasarıya göre kamu kurum ve kuruluşları tarafından hazırlanan çevre düzeni planlarında, gerekli değişiklikler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yapılacak. Korunan alan sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kişilere ait taşınmazlar, gerekli görüldüğünde ilgili mevzuata göre Orman ve Su İşleri Bakanlığı veya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından kamulaştırılabilecek.
Diğer yandan tasarı ayna zamanda korunması uygun görülen alanların özel güvenlik görevlileri tarafından "korunacağını" belirtiyor. Bir başka koruması kaldırılan devlet arazilerinin veya bölge halkına ait arazilerin şirketlere devredilmesi sonrasında, araziler fiilen özel orduların denetimine girecek. Özellikle HES inşaatları sırasında köylüler ile özel güvenlik görevlilerinin karşı karşıya geldiği olaylarda son dönemde artış yaşanmıştı. Bu yasayla birlikte bu durumun giderek fazlalaşacağı anlaşılıyor.
Eroğlu'nun kastettiği 'koruma' değil, ticarileştirme
Konuyla ilgili bir açıklama yapan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı ile, koruma alanlarında yapılacak plan ve projelerde ekolojik etki değerlendirme yapma zorunluluğu getirildiğini belirterek, “Bir yerde bir proje yapıyorsanız mutlaka ekolojik etkisi ne olacak, bunların zararlarını bertaraf etmek için ne gibi çalışmalar yapılacak, bunları yapma mecburiyeti getiriyoruz” dedi.
Tasarının geçen yasama döneminde komisyondan geçtiğini ancak Genel Kurul’da görüşülemeden kadük kaldığını ifade eden Eroğlu, bazı revizyonlar yaparak tasarıyı yeniden komisyona getirdiklerini ifade etti. Eroğlu “Özellikle bütün dünyada tabiatın ve biyolojik çeşitliliğin korunması çok büyük bir önem arz etmektedir. Yani bütün dünya ülkeleri artık biyolojik çeşitliliğin ve tabiatın kıymetini anlamıştır. Hatta biyolojik çeşitlilik o kadar büyük zenginliktir ki tıbbi ilaçlar büyük ölçüde bunlardan elde edilmektedir. Çin bu bitkilerden yılda 100 milyar dolarlık ihracat yapmaktadır" ifadelerini kullandı.
Ancak Eroğlu'nun kastettiği şey, biyoçeşitliliğin korunmasından çok kullanılması, bir başka ifadeyle, şirketlerin kullanımına açılması. Böylece yalnızca araziler değil, her türlü bitki örtüsü ve canlılar da yağma kapsamına alınmış durumdu.
Eroğlu ayrıca, korunan alanlarda yaşayan insanların ekonomik olarak zarar görmemeleri için tedbir alınması hükmünün de tasarına düzenlendiğini ve “Bazen bir alan koruma alanı ilan ediliyor. Fakat orada yaşayan insanların ekonomik durumları hiç dikkate alınmıyor. Bunlarla alakalı bir takım ekonomik tedbirler, onların en azından gelirlerinin azalmasını önleyecek bir takım hususları ele alıyoruz” dedi. Eroğlu'nun burada kastettiği insanların bölgedeki yoksul köylüler olmadığı açık. Hükümetin bu konudaki sicili, her durumda bölge halkı ve çevre aleyhine şirketlerden yana bir tavrı olduğunu ortaya koyuyor.
Bütün yetkiler bakanlıklara devrediliyor
Tasarıya göre, bilimsel ve teknik nitelikte kurumlar karar süreçlerinden büyük ölçüde dışlanıyor ve bütün yetkileri bakanlıklara ve onların oluşturacağı kurullara devrediyor. Dolayısıyla Tabiat Sit kararları, Milli Parklar, Tabiat Parkları, Doğal alanların korunması ve bu alanların kullanıma açılması ile ilgili konularda hükümet tek başına karar alabilecek.
Öte yandan Çevre ve Şehircilik Bakanının da başına korunan alanın devri konusunda yetkilendirildiği belirtiliyor. Sadece bakan onayı ile koruma alanları il özel idareler, belediyeler ve vakıf, dernekler tarafından işletilmek üzere devralınabilecektir.
Olası "Çevre Katliamına Karşı" UBUNTU yapalım!..
Taslak yasada koruma alanlarını belirleyecek kurul 20 kişiden oluşmaktadır. Bu yirmi kişinin dağılımı ise şu şekilde: 14 ü kamu kurumlarının temsilcisi; dört kişi çevre ekolojisi ve biyolojik çeşitlilikle ilgili akademik temsilci; iki kişi bakanlık tarafından belirlenecek doğa koruma alanında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarından temsilci.
Çevre Mühendisleri Odası bu yeni kurul ile ilgili olarak şu yorumda bulundu:
"Yasada belirtilen bakanlığın ve hükümetin kontrolündeki Kurul (Tabiatı Koruma Bilim Heyeti Çevre ve Orman Bakanlığı 28. 10.210 tarihli basın açıklaması) daha önce sit kararı ya da koruma statüsü olan ve yasayla koruma statüleri iptal edilen alanların yeniden korumaya alınmasını sağlamayacak, hükümetin politikasına göre koruma statüleri belirleyecektir.
Yani bu yasa ile hazine arazileri, meralar ve ormanlar kullanıma açılabilmesi için Çevre ve Orman Bakanlığının yetkisine sunulacaktır."

10 Mayıs 2012 Perşembe

ÇEVRE KATLİAMI VE KIYAMET!....

TÜRKİYE'NİN KIYAMETİNE 40 YIL KALDI
HAMDİ DAĞ
Öyle bir kabus senaryosu ki içiniz ürperecek! Üstelik zaman da çok dar. 2055 yılında Türkiye çöle dönecek, bir sap maydanoz bile yetişmeyecek!
Kaynak : http://www.internethaber.com/kiyamet-2055-turkiye-sahra-colune-donecek-maydanoz-bile-yetismeyecek-prof.-dr.-k-421672h.htm#ixzz1tVNH3J12
TEMA Bilim Vakfı Üyesi Prof. Kenan Demirkol,kabusa sadece 40 yıl kaldığını söylüyor. Türkiye 2055'te Sahra Çölü'ne dönecek! Bir demet maydanoz bile topraklarımızda yetişmez olacak!
Ama kabus senaryosu bununla da sınırlı değil,bir de yaşanamayacak hale gelen Afrika’dan göç edecek milyonlarca aç var ki, onlar da sınırlarımıza dayanacak.
VATAN'dan Mine Şenocaklı'nın röportajı dünyanın kıyamete doğru yol aldığının belgesi oldu. TEMA Vakfı üyesi Profesör öyle bir gelecek çiziyor ki, izlediğimiz en ürkütücü bilim kurgu filmden beter. Kuraklık, açlık, göç, ölüm üzerine... Sebebi, hepimizin suçu olacak bir senaryo! Başrolü küresel ısınma oynuyor. Ona başrolü veren ise kar peşinde koşan büyük küresel şirketler. Bilinçsizce tüketen ise hepimiz.
İşte Profesör Kenan Demirkol'un çizdiği kabul senaryosu;
TÜRKİYE SAHRA ÇÖLÜNE DÖNECEK!
“Buzulların eridiği de görüldükten sonra Birleşmiş Milletler de pes etti ve küresel ısınmanın bir gerçek olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Son 40 yılda Anadolu’da Van Gölü’nün üç katı büyüklüğünde, 1 milyon 250 bin hektarlık bir alançölleşti. Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü olan Beyşehir’in 25 katı büyüklüğünde sulak alan yok oldu. Eğer böyle giderse 2055 yılında Anadolu’da tarım yapılamayacak.”
MAYDANOZ BİLE YETİŞMEYECEK
“Hayrettin Karaca’nın ömrünü vakfettiği tarım toprağının 1 santimetresinin oluşması tam 500 yıl sürüyor. Tarım yapabilmek için en az 40 santim kalınlığında toprağa ihtiyaç var. Bu toprak 20 bin yılda oluşuyor. Ve maalesef bugün erozyon sonucu Anadolu’nun tarım toprak katmanı artık sadece 20 santim. Bu 1950’den bu yana uygulanan hatalı tarım ve vahşi sulama politikalarının bir sonucu. 12 bin yıldır tarım yapılan bu topraklarda 11 bin 940 yıl toprak kaybedilmemiş, ama son 60 yıl içinde endüstriyel tarım sebebiyle tarım toprağımızın yarısını kaybettik. Böyle devam edersek 2055’te Anadolu’da bir sap maydanoz bile yetiştiremeyeceğiz.”
NASA DİYOR Kİ : ÇÖL OLACAKSINIZ
“Bırakın TEMA’yı, NASA’nın yaptığı bir araştırmaya göre erozyon bu hızla devam ederse Türkiye2040 yılında Sahra Çölü’ne dönmüş olacak.”
Peki Türkiye çöl olursa Afrika’ya ne olur? Cevabı net; “Yaşanmaz olur!” Bu sebeple kitlesel bir göç dalgası yaşanacak güneyden kuzeye... Ve geçiş noktası da yine Türkiye olacak. Yani sadece kuraklık ve kıtlıkla değil, bir de göçle mücadele etmek zorunda kalacağız.

AB SINIRLARINA DUVAR YAPIYOR
Avrupa Birliği sınırlara duvar çekmeye başlamış bile. Frontex adında bir örgüt kurulmuş. Bu örgüt göçe karşı dış sınırlarını korumak için Avrupa Birliği’nin ordularını kullanma yetkisine sahip. “Bu örgütün emriyle her gece İspanya donanmasına ait bir gemi Atlantik Okyanusu’na, bir gemi de Akdeniz’e açılıyor ve Afrika’dan gelen göçmen kayıklarını kovalıyor. Buldu mu ne yapıyor? Buldu mu ne yapıyor tartışmasına 2005 yılında İngiltere ‘Batırsın’ yanıtını veriyor...
YUNANİSTAN SINIRIMIZA ÇELİKTEN DUVAR ÖRÜYOR
Bizim için daha da önemlisi şimdiden Yunanistan-Türkiye sınırına çelikten duvar örüyorlar. Her gün 245 kaçak göçmen sınırı aşmaya çalışırken yakalanıyor Türkiye’den Yunanistan’a geçmeye çalışırken. İşte bunu engellemek için 4 milyar dolarlık bir proje hayata geçiyor. Yunanistan, Dünya Bankası’ndan her ayın 12’sinde 120 milyon dolar alıp bu parayı duvara yatırıyor. Bu duvarın bizim için iki anlamı var; Türkiye’yi AB’ye kesinlikle almayacaklar ve ülkemizi Afrika’dan gelecek göç dalgasına karşı tampon bölge olarak kullanacaklar. O zaman bu göçmenleri de bizim barındırmamız ve beslememiz gerekecek, zira Cenevre Anlaşması’na göre en az altı ay bu göçmenlere bakmak zorundayız!”
Düşünün maydanoz yetiştiremeyecek bir ülke göçmenlere nasıl kucak açsın? Tek çare kalıyor benzer bir duvar çekmek, insanlığa sığmasa da! Peki becerebilir miyiz? Sunumunu bir soruyla bitiriyor Demirkol; “Güney sınırını PKK’ya karşı koruyamayan bir ülke, milyonlarca aç insanın göçüne karşı nasıl koruyabilir?”

YENİ TARIM SAHASI SİBİRYA OLACAK!
Türkiye’nin tümünde ortalama 1.5-2 derecelik bir ısı artışı bekleniyor 2055’e kadar,Marmara ve Karadeniz kıyıları dışında tarım yapmak mümkün olmayacak. Türkiye zaten tarım arazilerinin yüzde 50’sini kaybetti. Erozyon bu hızla sürerse, küresel ısınmanın da etkisiyle 40 yıl sonra Türkiye’de tarım toprağı kalmayacak. Çünkü ortalama 2 derecelik bir ısı artışıyla tahıl üretimi ortadan kalkar. Ama bakın bu arada Sibirya’da da iklimde 2 ile 4 derece artış olacak. Yani bugünkü Sibirya stepleri geleceğin tarım alanları olacak.
AFRİKA TAMAMEN TERK EDİLECEK
2065’te Afrika hiç yaşanamayacak bir kıta gibi görünüyor. 2095’te ise Afrika tümüyle terk edilmiş bir kıta olmak zorunda kalacak. Dünya genelinde insan müdahalesi sonucu 48 milyon kilometrekare tarım arazisi çölleşti. 110 ülke çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya.
Birleşmiş Milletler İklim Paneli’nin hazırladığı 2025 ve 2035 yılı ısınma haritalarına Afrika açısından bakarsak aşağı yukarı 1.5-2 derecelik bir ısı artışı olacak. Bugün hâlâ Sudan’da Güney Darfur’da ve Batı Afrika’da bazı bölgelerde tarım yapılabilmektedir. Ama çok kısa bir zaman sonra 2035’te artık ona imkan kalmayacak.
2 DERECELİK ISI ARTIŞI FELAKET YARATACAK
Şu anda dünyanın yaz-kış, gece-gündüz ısı ortalaması 16 derece... 1.5 derecelik bir ısı artışı dendiğinde, bu ortalama ısının 1.5 derece artacağı anlamına gelir. Orta yaz ısısı olarak ele alındığında gündüz 8-10 derecelik bir artış anlamına gelir ki, bu da kavurucu, çöl sıcakları demektir. YaniSuudi Arabistan sıcaklarını biz burada yaşayacağız. Bu da Türkiye’nin güneyinde artık tarım yapılamayacağı anlamına gelir. Türkiye’de Akdeniz kıyılarında yaşanan sıcaklıklar ise Karadeniz kıyılarına kayacak. Ve dediğim gibi dünyanın yeni tarım alanları Sibirya stepleri olacak.
AÇ İNSANLAR GÖÇÜ BAŞLAYACAK

Dünyada 1 milyar aç insan var. Hepimizin bildiği gibi bunların 950 milyonu Afrika ve Asya’da yaşıyor. Küresel ısınma sonucu açlık daha da artarsa buradaki insanlar göç edecektir. Nereye? Zengin Batı’ya! Zengin Batı’ya göç etmenin ise iki yolu var; ya Türkiye üzerinden karayolu ya da Akdeniz üzerinden kayıklarla.
DÜNYANIN CANINA PİRİNÇ OKUYOR
Bir pirinç tanesini ektiğiniz zaman 3 bin pirinç tanesi elde edersiniz. Bu kadar ucuzdur pirinç üretimi. Ama çamurda yetişir pirinç. Ve oradaki bakterilerin yarattığı metan gazının küresel ısınmaya katkısı yüzde 7 civarındadır. Ama beş para etmez pirinç tahılı, protein değeri en düşük, glisemik endeksi en yüksek, yani en kolay şişmanlatan en az protein veren pirinç, bire 3 bin verdiği için, birilerini kolay zengin ettiği için hiç kimse ondan vazgeçemiyor. Üstelik küresel ısınmaya yol açtığı halde kimse ağzını açmıyor. “Aman mısırdan biyoyakıt yakalım!” diyor. Tabii bu arada mısır fiyatları yükseldiği için, ana gıda olarak mısırı kullanan Afrika’da daha çok çocuk açlıktan ölsün! İşte küresel ısınmaya karşı oluşturulan Kyoto Protokolü bu!...
***
Kaynak : http://www.internethaber.com/kiyamet-2055-turkiye-sahra-colune-donecek-maydanoz-bile-yetismeyecek-prof.-dr.-k-421672h.htm#ixzz1tVNcrMCS

8 Mayıs 2012 Salı

ÇAPAR KANAT; Posted on 06 Mayıs 2012 by admin and Çapar Kanat


Süte Erişimde Esaret - Okul Sütü Projesi
ÇAPAR KANAT
Okul sütü projesi ülke insanlarımızın süt gerçeği ile kısmen de olsa yüzleşmesine neden oldu. İyi niyetle gerçekleştirildiğinden şüphemiz.  Ama iyi niyet bir projenin başarılı bir şekilde başlamasına yetmiyor.  Proje yürütücülerin geçmişte uygulanan benzer projeden ders almadıkları anlaşılıyor.
Okul sütü projesi 2001 ve 2002 yılında bir kaç ilimizde başlatılmıştı. Birkaç ilde başlatılmasının sebebi pilot olarak uygulanacak, uygulamada görülecek aksaklıklar giderilecek ve tüm yurt çapında uygulanmasında problemlerin en aza indirilmesi sağlayacaktı.
2000 yılı okul sütü projesi pilot uygulaması
- Bir önceki yıl bütçe kanun tasarısına okul sütü projesi pilot uygulaması ile ilgili Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma Vakfı bütçesine  ödenek konuldu
- Sağlık Bakanlığı süt konusunda pilot illerdeki öğretmenlerden belirli sayıda Formatör yetiştirdi.  Bu formatörler okullardaki öğretmenlere birer saatlik süt konusunda farkındalık yaratmaya yönelik, süt laktozunun yaratabileceği intolerans ile ilgili seminer verildi. Pilot illerdeki her okul ve her öğretmen ve idareci bilgilendirilmişti.
- Formatörlerden eğitim alan öğretmenler  sütün faydaları ve süt intoleransı konusunda bilgilendirildiler.
- Okul sütü projesi için ihaleyi alan üretici firmaların okul sütü projesi için üretecekleri sütün üretimleri Tarım Bakanlığı’nın uzmanları tarafından yapıldı. Süt okullara sevk edlmeden önce belirli sayıdaki örnekler laboratuarlara gönderildi.
- Pilot uygulama başlayınca her okula süt, o günün tüketim sayısına göre sevkedildi.
- Bir tek öğrenci hastaneye sevk edilmek zorunda kalmadı.
- Pilot Proje başarı ile uygulandı.
2000- Başarılı Okul Sütü Projesinin Devam Ettirilmemesinin sebebi
İhaleyi Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü yaptı. Yapılan ihaleye giren firmaların verdikleri fiyatlarda birbirine çok yakın ve yüksek olması sebebi ile ilköğretim genel müdürü ihaleye zoraki onay verdi. İhalede yüksek fiyat oluştuğu medyaya yansıyınca İlköğretim genel Müdürü görevden alındı.  Aralarında fiyat anlaşmaları yaptıkları, rekabet kanunlarına aykırı hareket ettikleri gerekçesi ile Rekabet Kurumu tarafından re’sen ihaleye giren süt sanayicileri hakkında soruşturma başlatıldı. Rekabet kurulu yaptığı yargılama sonucunda üzerinde ihale kalanların tamamına küçük para cezaları verdi. Süt sanayicileri karara Danıştay nezdinde itiraz ettiler, yargılama 2006 yılında kesinleşti. Sonuçta Rekabet Kurulunun verdiği karar esas itibari ile onaylandı.
2012 Yılı Okul Sütü Projesi Uygulaması
2008 yılında ülkeye sokulan süt tozunun süt ve süt ürünlerinde kullanılması, endüstriyel süt sektörünün piyasa hakimiyetinin var olması sebebi ile üstelik de yaz mevsimi olduğu halde  çiğ süt fiyatları düştü. Üreticiler sarıkız hakkını helal etmiyor mitingleri yapmaya başladır. 2008 yazından itibaren 6 ay içinde 1 milyon süt ineği  endüstriyel süt sektörünün marifeti ile kasaba gönderildi.  ASÜD ( Ambalajlı Süt sanayicileri derneği ) çiğ sütte arz fazlası var görüşünü açıklayınca süt tozu mu- okul sütü mü görüşmeleri-tartışmaları başlayınca bizler okul sütü projesinin daha uygun olacağını kamuoyu ile paylaştık. Ulusal Süt Konseyi çevreleri gayri resmi şekilde temasa geçtiklerinde Milli Eğitim üst düzey bürokratları 2000 yılındaki okul sütü projesinin genel müdür yediğini hatırlayarak ‘’ bu işten bizi uzak tutun ‘’ gibisinden isteksizlik göstermişlerdi
 Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na kabul ettirmesi sonucunda 2009 mart ayında fazla çiğ sütün piyasadan çekilerek çiğ sütte fiyat istikrarı sağlamak için parasal teşvikli süt tozu üretimi için bakanlar kurulu kararnamesi yayınlandı. 30 Nisan 2009 tarihinde de GTHB tebliğ yayınlayınca süt tozu üretimi başladı.
Süt tozu uygulaması Ulusal Süt Konseyi’nde ASÜD temsilcilerine teslim edilmiş olmasına rağmen çiğ süt fiyatlarında istikrar sağlanamadı.  Üreticiler ve sanayiciler okul sütü projesinin başlatılmasını  kamuoyu önünde konuşmaya başladılar.  Böylece 2 Mayıs 2012 tarihide okullara süt dağıtılmaya başlandı.
1- Projeye pilot olarak değil tamamen başlandı
2- Çocuklara süt ve süt intoleransı ile eğitim verilmedi.. (GTHB kısa zamana sıkıştırdı)
3- İki günde toplam 4000 öğrencinin şiddetli kusma, karın ağrısı gibi şikayetlerle hastanelere başvurusu söz konusu oldu.
4- Okullarda baş gösteren tıbbi vakaların medya mensuplarınca Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer’e sorulması üzerine ilk başta cevap vermede  doğru olarak Sağlık Bakanı’nı işaret etti.
5- Okul Sütü kararnamesi ve tebliğinde pastörize değil UHT süt olarak karar verilmiş olması  kamunun ve TBMM’de muhalefet partileri tepkilerini ortaya koydu. Nitekim MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu, 27 Mart 2012 tarihinde GTHB Sayın Mehdi Eker’e verdiği soru önergesinde niçin pastörize değil de UHT süt sorusuna proje başlamadan önce ve halen cevap verilmedi. 2 mayıs 2012 tarihinde de yine verdiği soru önergesinde okul sütü projesindeki şahit numuneler üzerinde diğer tetkiklerin yanı sıra kimyasal madde analizlerinin de yapılıp yapılmadığını sordu.
6- CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray iktidarın okullarda peynir altı suyundan ve süt tozundan yapılan yapay sütleri dağıttığına ilişkin bilgi aldığını, bu nedenle binlerce çocuğun alerjik protein zehirlenmesi yaşadığını belirtti.
CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray, “Normal gıda zehirlenmelerinde sonuç 2-5 saat arasında ortaya çıkarken alerjik protein vakaları 15 dakika ile 45 dakika arasında etkisini gösterir. Bu zaman dilimleri bile incelendiğinde sonuç ortadadır. Halkı kimse kandırmasın” dedi.
7- Üretim esnasında sanayicilerin uht sütleri süt tozundan yapıp yapmadıkları denetlenmedi. ( Süt tozundan süt ve süt ürünü üretmek gıda tüzüğüne uygun olmakla beraber ambalajda süt tozunun kullanılan oranları etikete yazılmak zorunda ) Süt tozu gerçekte süt olmayıp ikame bir üründür. Çiğ sütün olmadığı zamanlarda, savaş vb. zamanlarda kullanılması gerekir. )
8- Üniversitelerin Çocuk hastalıkları uzmanları bu kadar yüksek sayıda süt laktoz intoleransının olamayacağını ifade ediyorlar. Resmi gıda uzmanları ise  bu kadar sayının normal olduğunu söylüyorlar ( şayet tıbbi tepkiler intolerans ise?)
9- Sütte mikrobiyoloijik, toksikolojik testler 3-5 gün arasında sürüyor. Henüz bu süreye ulaşılmadığı için kesin sonuçlar ortada yok. Bu sonuçlar çıktığı takdirde toplum ile paylaşılmasını umuyoruz.
Bizim şahsi görüşümüz ise sadece okul sütünde değil tüm yoğurt ve UHT sütlerde süt tozu kullanıldığıdır. Bunu yeni değil yıllardır yazmaktayız. Bu sitede de yer alan ‘’ Süt Tozu Dilekçeleri ‘’ , ‘’ Bakanlığın süt tozu dilekçelerine cevabı başlıklı yazılarımızı okuyabilirsiniz. Okul Sütü Projesinin UHT sütünde de süt tozu kullanıldığı şüphesini taşımaktayız. 2 Yıldan bu yana GTHB bu konuda bir mevzuat düzenlemesine gitmediği gibi süt tozu kullanıp bunu etiketlerinde yazılmayan ürünleri tespit edecek bir cihaz temin ve cihaz araştırması  yoluna gitmedi. Her ne kadar okul sütü projesinde çocukların beslenmelerine katkı sunumu da yer alıyor olsa da endüstriyel süt sektörünün piyasa hakimiyeti sebebi ile çiğ süt üreticilerine diz çöktürmesi sonucu gerçekleşmiştir. Çiğ Süt üreticilerine maddi bir yararı olmamış ve çiğ sütte piyasa düzeni böyle giderse de yine üreticilere değil sanayicilere ve çocuklarımıza yararı olacaktır. Siyasetçilerin üreticiler uğruna sanayicilere verdikleri bir diyet olmuştur. Bu diyetin adı; alın diyetinizi, çiğ süt satın alım fiyatlarınızı düşürmeyiniz.  Endüstriyel süt sektörü önceki süt tozu parasal teşvikli ve okul sütü projesi diyeti yeterli olmamış ki şimdi de ihracatta parasal teşvik istiyorlar.
7 milyon çocuk içinde ömründe süt içmemiş, süte ulaşımda esir çocuklar da olduğuna inanıyorum. Hem ülkemizde hem Dünya’da her insanın bilhassa çocukların her gıdaya olduğu kadar süt ve süt ürünlerine erişim hakkının olmasını diliyor ve bunun için yazıyor durumdayım. Süt ve süt ürünleri ekmekten sonra ikinci stratejik öneme sahip üründür.. Süt ve süt ürünlerinin üretim, taşınması esnasında onun gerçekliğini yitirmeden tüketicilere ulaştırılması ne kadar tüketiciler için önemli ise bu ülkede süte erişimde esaret olduğunu okul sütü projesi ortaya koymuştur.. Okul Sütü projesi esnasında yaşananlar gerekçesiyle ‘’ ben çocuğuma süt içirmem ‘’ diyen anne ve babaların çocuğuma sütü içirecek düzenin kurulmasına nasıl sağlayabilirim sorusunu da kendisine sormasını dileriz.
Tüketimdeki sorunlar kadar üretimdeki sorunlar, üreticilerin sorunlarıyla da tüketiciler ilgili olmalıdırlar..
Her şeye rağmen okul sütü projesi  sıkıntılı, sancılı da olsa destekliyoruz, gelecek yıl için pastörize süt dağıtılmasını diliyoruz.  Çocuklara süt esaretini yaşatan Endüstriyel süt sektörü ile de ilgili bir farkındalığın az da olsa oluştuğunu görebiliyoruz..

6 Mart 2012 Salı

STD ve SİZLER İÇİN ÖNEMLİ!..



SESSİZ SÖZSÜZ BİR ÇIĞLIK 
VE YÜREKTEN ÇAĞRILAR!..
Prof. Dr. Turgut TÜFEKÇİ & Mustafa Nevruz SINACI
“Konya’nın Ereğli ilçesi 1980’lere kadar hayalleri zorlayacak derecede güzel, harikulâde, masallar diyarı misal efsanevi bir şehirdi. Yöresel tabirle dere, akar, çay ve arklarla kılcal damarlar gibi örülmüş son derece verimli, işsizlik sorunu olmayan, insanları mutlu, sağlıklı, neşeli, huzurlu, gelecekten umutlu, nüktedan, hayat dolu yemyeşil, cennetsi bir diyar vardı. Sonra mı?!... Sonrası çok hazin bir hikâye….
CEHALET, RANT VE İHTİRAS KURBANI BİR CENNET
Ülkemiz ve dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Ereğli'nin, en önemli ACİL ve güncel sorununa değerli ilgi ve dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
            Devlet adına ve millet iradesine vekâleten hükümet edenler; Geniş halk kitlelerini doğrudan veya dolaylı ilgilendiren konularda mutlak bir gereklilik ve zorunluluk olmadıkça; Asla ve kesinlikle insan, ekosistem (hayvanlar ve bütün canlılar), tarihi doku ve kadim doğa aleyhine sonuçlar doğuracak kararlar alamaz, yaptırım ve tasarruflarda bulunamazlar. Hak karinesi, adalet ahlâkı, evrensel hukuk ve medeni siyaset; Asillere dahi ait olmayan bu hakkı vekillere asla vermemiş ve tanımamıştır.
Hukuktan maksat: Doğrusal yönde ifa ve helâli, hak’ı icra’dır.
Devlette devamlılık esas; Doğa’da devamlılık elzem, mutlak ve sebeb-i hayattır.
Dolayısıyla hayat hakkı en temel, vazgeçilmez, olağan şartlarda müdahil olunamaz ve ihlâli insanlık suçu olmakla; Gerçekte ekosistem için de durum aynıdır. Aksi takdirde ülkede medeni, sosyal ve yasal sorumluluk işlemiyor; Adalet, hukuk ve denetim erkleri siyasallaşmış, muhalefet yok hükmünde; En iyi ihtimalle hayati ilkeler ve yükselen değerler vesayet, tasallut altında demektir. İşte örnek ve günün HES furyasından önce Ereğli’de baş gösteren felâket.
EREĞLİ ÇÖL OLMASIN!...
 Bu uğurda, her takdirin üstünde, büyük bir onur, vefa ve sorumlulukla mücadele eden Prof. Dr. Turgut Tüfekçi; CNN TÜRK ve insanlık düşmanı rant mahlûkatınca hayat damarları ve Can Suyu kesilerek “sessiz sözsüz çöl olmaya sürüklenen Ereğli adına” insanlık âlemi, TC hükümeti, cnnturk ve onurlu, sorumlu vatandaşlara sesleniyor: 
“Değerli Güven Bey, (Yeşil Doğa Program Yapımcısı)
Merhaba! Size Ereğli'deki (Konya) doğa katliamını bildirmek istiyorum…
İvriz Kabartmasının bulunduğu Ereğli en az 5000 yıllık yerleşim merkezidir.
1985’ e kadar şehirden geçen akarsu ve Roma İmparatorluğu zamanında açıldığı bilinen “toprak kanallar” (Ereğli ağzında “arklar”) sayesinde İç Anadolu’nun en yeşil yeri idi. “Yeşil Ereğli” den bereket fışkırırdı.1970’lerde, bütün Ereğlililerin rüyası İvriz Barajıydı. Politikacılar “baraj” vaat ederek oy isterlerdi. 1985’te rüya gerçekleşti ama inanılmaz bir kararla Ereğli’nin can suyu kesildi. Önce, binlerce yıllık, Ereğli’ye hayat veren, gençlerin yüzdüğü, sıcak yaz günlerinde ailelerin çevresinde dinlendiği, bereket kaynağı, fotoğraflardaki gibi harika güzellikler ihtiva eden akarsu, dere ve “ark”lar kurudu…
Sonrada, “Yeşil Ereğli” …
2012 de gelinen durum:
Türkiye’nin en lezzetli meyve ve sebzelerinin yetiştiği bahçeler kurudu (bkz. 80' ler de ki Tekel'in likör, Tamek'in reçel reklâmları); Son 9 -10 yılda, Türkiye çapında haber olan, toz fırtınaları oluşmaya başladı (bkz. TV ve gazete haberleri); Ortalama yıllık yağış can suyu, kesilmeden önceki 23 yılda 315 mm iken sonraki 23 yılda 287 mm oldu (% 8,9 azaldı, bu azalma max. ve min. değerlerde de görülmektedir); yeşil alan kuruduğundan yağmur bulutları yağmura dönüşemeden Ereğli’yi terk etmektedir.. Dünyanın sayılı sulak alan ve kuş cennetlerinden olan Ereğli Sazlıkları (Akgöl)’ün alanı 21500 hk dan 3000 hk a indi; geçmişte önemli sayıda üreyen özel kuş türlerine artık rastlanmamakta…
Fotoğraflardaki efsane güzellikler yok oldu, çölleşme başladı. 1985 öncesine ait dört fotoğrafı ve  son yıllarda başlayan çölleşmenin fotoğrafını ekte gönderiyorum. Bu çevre ve doğa katliamının sorumlusu İvriz Barajı değil; uygulanan su yönetim planıdır. Halen geri dönüş mümkün. Ancak hemen harekete geçilmez ise Ereğli yakında çöl olacak. Bu kötü gidişe son verilmez ise, uzun vadede Ereğli'yi bekleyen diğer tehlike, şimdi tahminen 925 m (cansuyu kesilmeden önce tahminen 975m) olan yer altı su seviyesinin, Tuz gölü seviyesinin (905 m) altına düşmesi halinde ova köylerinde ilelebet tarım yapılamaması ihtimalidir.
Önerilerim; DSİ, İvriz Barajı su yönetim planını değiştirmeli ve Ereğli’ ye can suyunu vermeli; Akarsu ve binlerce yıllık, “ark”lar tekrar açılmalı; açma işlemi günümüz teknolojisi ile mümkündür, kısa sürede gerçekleştirilebilir; Ordu, okullar, halk ve TEMA gibi STK ve kuruluşların desteği sağlanarak Torosların yamaçları ağaçlandırılmalıdır. Değerli çevre dostu, “Yeşil Ereğli”nin çöl olmasını önlemek, fotoğraftaki güzelliklere tekrar kavuşmak yönünde çok büyük katkınız olacağına inanıyorum.
Yeşil Ereğli'nin çöl olmaması umuduyla size iyi sağlıklı ve mutlu günler diliyorum.
Saygılarımla,  Prof. Dr. Turgut Tüfekçi, turgut.tufekci@yahoo.com
Yeşil Ereğli’nin efsane yıllarını bütün ihtişamıyla yaşamış, şimdi Ankara bozkırlarını kaplayan beton yığınları arasında çile dolduran kadim bir Ereğli’li olarak;, Sevgili ve değerli hemşehrim Turgut Tüfekçi’ye, bu kutlu mücadelesinde başarılar diler; Tüm Ereğli dostları ile onurlu, sorumlu ve duyarlı yurttaşlarımızı “bu mücadeleye katılmaya” davet ederim.  
BİR HATIRLATMA:
Gerçekte ülkemizin ekolojik denge sorunu büyük… Yerine göre çok kritik ve telâfi edilemez boyutlara dayanmış durumda. Eko sistem çekilmekte, çökmekte, iklim değişmekte, onursuz, cahil ve bencil, betonculuğu kalkınma sanan şehir eşkıyaları ve çıkar odaklı yönetim unsurları yüzünden Türkiye, vahim bir doğa felâketiyle karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır..
İşte, Konya’nın Ereğli ilçesi de bu kritik yerleşim ve yaşam alanlarından biri..
Ancak önce genel duruma, AB ve dünya ya ‘mukayeseli bir bakışla’ göz atmak gerek.
Dünya’da ‘başka Türkiye yok’ söylemi ne anlama gelmektedir? Bakalım:
“Tüm Avrupa’da 12 bin çeşit bitki türü var. Türkiye’de bu rakam 9000., Dünyada her yıl 16 milyon hektar orman alanı yanmakta. (82 Nijerya kadar) Son 30 yılda dünya orman örtüsünün beşte biri yok oldu. Yetişmiş bir ağaç günde 17 kişinin oksijen ihtiyacını karşılıyor ve 22.5 kilogram karbondioksiti absorbe ediyor. Sadece dünya kâğıt tüketiminin yarısı geri kazanılabilse, yılda 8 milyon hektar orman alanı korunabilir. Günümüzde dünya, dakikada 21 hektar orman alanı kaybediyor. Böylece fert başına her yıl doğaya 7 ağaç borçlanılmakta...
Çünkü bir yıl içinde kullandığımız kâğıt, kartonlar ve yaşamsal ihtiyaçlarımız için 7 adet ağaç tüketmekteyiz. Bir Avrupalı yılda ortalama 300 kg. kâğıt ve kâğıt ürünü tüketmekte. Dünyada her yıl kâğıt tüketiminin yarısı geri kazanılsa Türkiye büyüklüğünde bir ormanlık alan yok olmaktan kurtarılabilir. Bunu asırlar önce gören Fatih Sultan Mehmet ne demiş? “Ormanlarımdan bir dal kesenin, başını keserim” Son Peygamber Hazreti Muhammed ise; “Kıyametin koptuğunu görsen dâhi, mutlaka bir fidan dik!”
Sonuçta eko sistemle barışıklık anlamına gelen ‘çevre koruma’ olgusu, bireysel görev ve sorumlulukla başlayıp, tüm ülke ve arz’ı içine alan‘evrensel’ duyarlığı zorunlu kılmaktadır. İnsan’a düşen görev önce ruhsal, sonra bedensel ve buna paralel çevre temizliğidir. Çevrecilik sadece ‘temiz tutma’ anlamına gelmez. Aynı zamanda ekolojik sistem, denge ve değerleri ‘doğal ortamda’ koruma, kollama, iyileştirme ve geliştirme anlamını taşır. Ki, başta Ereğli olmak üzere, ülkemizde pek çok yörenin sorunu korumasızlık; Yasa dışı edinim, kanunsuz temlik-tasarruf, Soygun-vurgun, rant kaygısı ve imar yolsuzluklarıdır. .
Derhal harekete geçilmez ise Ereğli çok yakında çöl olacaktır. Unutmayın ki başlayan çölleşme ‘acil önlem alınmadıkça’ hızlanarak artar. “acil önlem alınmaması halinde” çok geç olacaktır. Bekleyecek vakit mi var? Bu kötü gidişe son verilmez ise, uzun vadede Ereğli’yi bekleyen öteki tehlike, şimdi 925 m (can suyu kesilmeden önce tahminen 975m) olan yeraltı su seviyesinin, Tuz Gölü seviyesi (905 m ) altına düşmesi halinde, ova köylerinde ilelebet tarım yapılamaması ihtimalidir. (MNS, 28.02.2007 Gazeteler)


Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğrencileri’nin
Hayati Riski; Acil Trafik Sorunu!..
Mustafa Nevruz SINACI
Ankara’nın en şeamet, kış-kıyamet günleri… Yasa bağımlısı, Bilinçolog Galip Baran, Prof. Dr. İsa Kayacan ve Prof. Dr. Salih Ziya Konyalı tarafından 6 Şubat 2012 Pazartesi günü; Ankara Valiliği, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Ziraat Fakültesi Dekanlığı’na bir (aşağıda yer alan) dilekçe gönderiliyor….
“ÇOK ACİL” BİR SORUN VE İVEDİ ÇÖZÜM ÇAĞRISI:
Ankara Valiliği, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanlığı'na
DERHAL MÜDAHALE (SORUN ÇÖZME) ÇAĞRISI!..
Ankara Üniversitesi'nin, (Dışkapı Aydınlıkevler önü) Esenboğa yolu üzeri, Altındağ, Keçiören, Yenimahalle üçgeninde kurulu Ziraat Fakültesi Kampüsü;, Aralarından ana artel, otoban ve yoğun seyrüsefer; hızlı araç geçişi ve trafik akışı olan, ağırlıklı geniş "anayolların" geçtiği üç parçalı yerleşim alanında öğrenciler trafik kazası riski, sürekli 'araç çarpma' tehdidi ve bütün "ders ve derslik" geçişlerinde ölümcül tehlike altındalar...
Konuyla ilgili olarak; (bu güne kadar) Okul İdaresine 'öğrenci ve veliler tarafından' yapılan başvurular muhtemelen dikkate alınmamakta veya "sorun yaşanan" geçiş noktalarının (yol, alt-üst geçit ve köprülerin) "Ankara Büyükşehir Belediyesi" sorumluluk alanında olması nedeniyle kalıcı önlem alınamamakta!..
YETKİLİ, GÖREVLİ VE SORUMLU OLANLAR!..
Kalite Ödüllü Sayın Ankara Valisi'nin, Ziraat Fakültesi Öğrencilerinin karşı karşıya bulunduğu ve her gün yaşadıkları büyük tehdit, korku ve tehlikenin farkında olup olmadığı konusunda bir bilgi veya ilgi emaresi yok! Dolayısıyla; Yukarda içerik ve müdahale, (çözüm) aciliyeti açıklanan sorun'un bütün ayrıntıları ile çözüme ilişkin öneri içeren çalışma aşağıda: ‘ilgilenenlerin, ilgililerin ve ilgilenmek zorunda olanların’ ilgi ve bilgilerine sunulmuştur.   
Başta Ankara Valisi Sayın Alaaddin Yüksel; Büyük Şehir Belediye Başkanı Sayın İ. Melih Gökçek ve Ankara Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Cemal Taluğ ile; değerli ilgilerini esirgememeleri ve konuyu kendi evlâtları nam ve adına sahiplenip özenle takipçi olmaları dileğiyle 'onurlu ve sorumlu' Rek. Yardımcıları Sayın: Prof. Dr. Nilgün Halloran, Prof. Dr. N. Yasemin Yalım, Prof. Dr. A. Argun Karacabey; 
Yaşanan vahim sorun'un birinci dereceden muhatap, muarız ve mes'ulü Ziraaat Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Ahmet Çolak'ın dikkatlerine arz eder:
 Vaki sorunun ACİLEN, İVEDİLİKLE ve DERHAL çözümü hususunu, sevgili ve değerli öğrencilerimiz adına hassaten arz, önemle rica ve istirham ederiz.
Yasa Bağımlısı, Bilinçolog Galip BARAN, Prof. Dr. İsa KAYACAN ve Prof. Dr. Salih Ziya KONYALI, Ankara: 06 Şubat 2012”
Yaptığım görüşme ve araştırmalar sonucu iş bu “acil, önemli ve ivedi” başvurunun; Başbakanlık (BİMER) dâhil, derhal çözüm üretmesi, uygulaması ve tehdide maruz Ziraat Fak. öğrencilerine sahip çıkması mümkün yetkili, görevli ve sorumlu kişi, kurum ve kuruluşlara üç koldan gönderildiğini; Ankara Valiliği’nin: “İl Yazı İşleri Müdürlüğü çıkışlı, Vali Yardımcısı Turan Atlamaz imzalı, B.05.4.VLK.O.06.03.00-492-~51.8  sayılı resmi yazıyı B.Ş. Belediye Başk. ve İl Emniyet Müdürlüğüne göndererek; Gereği için talimat verdiğini…” öğrendim.  
Bütün bu bilgi ve belgelerle; “Acaba ne oldu?..” diye 02 Mart Cuma ve 03 Mart 2012 Cumartesi günü, Ziraat Fak. kampusu, tehdit ve tehlike konusu geçit, yakın Öğrenci Yurtları nezdinde vaki araştırmam sonucu gördüm ki; Şikâyet konusu mahalde başvuruyu müteakip iki hafta içinde, biri ölümlü 2 büyük kaza olmasına ve bir öğrenciye araç çarpmasına rağmen halâ ‘birinci dereceden sorumlu hükümet, valilik, belediye, emniyet, rektörlük ve dekanlıktan’ söz konusu “AÜZF Kampüs çevresindeki trafik sorunu ile ilgili” mahalde görülen olmamış!..
Aynı gün görev emri veren Valiliğe minnettar ve müteşekkir olmak gerek.
Ancak, o şeamet, kış-kıyamete rağmen görevini yapmayan (..)’lara ne demeli?.. 

28 Ocak 2012 Cumartesi

süt meselesi!.......

SÜT İLE İLGİLİ KİMYACI SARAÇOĞLU’NU TEKZİP

Süt İle İlgili Prof. Dr.  Saraçoğlu’nu Tekzip
ÇAPAR  KANAT
 Kimyacı Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu Bloomberg HT (Habertürk) Gündem isimli programa konuk olmuş. Sayın İbrahim Saraçoğlu; ‘Yetişkinlerin süt içmemesi gerektiğini, normal de yetişkin insanların süt içmediğini,ama kemik erimesi için süt için denildiğini, sütün içindeki kazein olarak adlandırılan maddenin amino asitlerden oluştuğunu, kükürtlü amino asitlerden bakımından zengin olduğu için vücudu asitik yapıyorlar ve bu da kemik erimesine yol açıyor. İskandinav ülkeleri Avrupa’da en çok süt tüketen ülkeler ve orada kemik erimesi çok yaygın ‘’ şeklinde konuşmuş olduğunun video haberini bize dostlarımızın ulaştırmış olması ile haberdar olduk ve çok şaşırdık.  
Yakın bir zamana kadar kemik erimesi (osteoporoz), böbrek taşı mevcut, kalp steni takılı hastalarına süt içmesi önerilmemekte olduğuydu. Sütteki amino asit oluşundan değil kalsiyumdan kaynaklandığı sanısı idi. Bu sanı tıbbın hükmü değil üstüne basarak söylüyorum ‘’sanısı ‘’ idi. Çünkü kemik erimesi, böbrek taşları, kalplerdeki takılı stenlerin tıkanmasının sebebinin kalsiyum oluşumundan kaynaklanmakta olduğu ‘’sanılmakta’’  idi. Bu sanıdan dolayı doktorlar böbrek hastalarına, kemik erimesi hastalığına maruz kalanlara, kalp steni (damara takılan küçük boru, yüzük) takılan hastalara süt içmemesi önerilmekte idi. Bu öneriyi destekleyen bir akademik bulgu da yok idi.
Tıpkı Kimyacı Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu’nun sandığı gibi!
Kemik erimesi hastalığının süt ile ilişkisine dair herhangi bir tıbbi akademik klinik araştırması olmamasına rağmen ‘’ İskandinav ülkelerinde kemik erimesi hastalığının yüksek olması – süt tüketiminin fazlalığı ‘’ ile ilişki kurulması gerçekten ilim dışıdır. Beslenme şeklinde bir ürünün klinik bir hastalığa yol açıp açmadığının tespiti ciddi ve klinik bir araştırmayı gerektirmektedir.
1989 yılında sağlık bakanlığımızın yaptığı böbrek hastalıkları haritasında en çok böbrek hastalığının ülkemizde Karadeniz İllerinde olması nedeniyle 1989-1994 diyaliz merkez ve makine kurulumlarında taşra önceliğini Karadeniz illerimize, İlçelerimize vermişti. O Harita’da ikinci sırası ile Marmara, Ege ve Akdeniz Kıyılarımızdı. Nüfusa göre en az böbrek hastası ise İç Anadolu, Doğu Anadolu bölgelerimiz olması akla böbrek hastalığı iklim ilişkisini getirmekte ise de böbrek taşları oluşumu-iklim ilişkisini akla getirmemişti.
Böbrek taşı,kemik erimesi,kalp damarlarına takılan stenlerin tıkanma oluşumlarında  ‘’süt içmeyin ‘’ sanısı tıbbi araştırmaların değil tıp doktorlarımızın sanısı idi. Tıpkı Sayın Saraçoğlu’nun yanlış sanısı gibi!
Yeni Yapılan Tıbbi Araştırma Sonuçları Saraçoğlu’nu Tekzip ediyor
Bir İskandinav ülkesi olan Finlandiya’da yapılan akademik araştırmada kemik erimesi (osteoporoz), böbrek taşı, hastada takılı kalp stenlerinde tıkanma gibi sorun ve hastalıkları yapan unsurların ‘’ süt ‘’ , amino asit veya vücudun fazla kalsiyum alması değil nano bakterilerin böbrek taşlarını, kemik erimesini, sten tıkanmalarını oluşturduğu ispatlanmıştır.
Bu, kemik erimesi, böbrek taşları oluşumu, sten tıkanma oluşumunu nasıl gerçekleştiği konusunda önemli bir buluştur.
Kemik erimesinin nasıl oluştuğu konusunda topluma yanlış bilgi verip ‘’ büyükler süt içmesin ‘’ diyen Sayın Saraçoğlu’nun tıp literatüründe 40 yıl önceki sanı olan iddiaları bırakıp yeni buluşları okumasını tavsiye ederiz.
İskandinavya üniversitesinin yaptığı araştırmada nano bakterinin bulunması Amerikan Uzay Araştırmaları Kurumu’nun da dikkatini çekti. Nasa, nano bakteri’yi tabiatta da bulduğunu çok daha sonra açıkladı! Hem de yüzlerce metre ABD’deki bir gölün derinliklerinde! Mars’tan gelen kayada Nasa’nın nano bakteri bulduğu da bilinenlerden.
Nasa şimdi başka gezegenlerde de nano bakteri arıyor! Nano bakteri bir canlı.
Finlandiya’daki Üniversite’de nano bakteri’nin bulunması kemik erimesi, böbrek taşı oluşumu, stenlerde tıkanma sorunlarının tedavisinde yeni bir çığır açması bekleniyor. Şimdiki tedavi yöntemlerini tamamen değiştirecek! Bir hastalıkta yeni tedavilerin uygulamaya geçmesi için önerilen tedavi metotlarının klinik olarak araştırma süreçleri beklenmesi gerektiği  de bilinmektedir.
Finlandiya Kuopio Üniversitesi’nde bu buluşu gerçekleştiren American Society for Microbiology Societas biochemica et microbiologica Fenniae, Societas Physiologica Finlandiae, Mineralogical Society of America, NASA Astrobiology Institute, TASSA (The Turkish American Scientists and Scholars Association),The American Physiological Society, The Lifeboat foundation üyesi; Ankara Üniversitesi Biyoloji Lisanlı Mikrobiyolog,Doç. Dr. Neva Çiftçioğlu bilim kadınımızdır.
Neva Çifçioğlu’nun Kuopio Üniversitesi’nde yaptığı çalışmada Nano Bakteriyi bulması Nasa’nın dikkatini çekmesi sonucunda Nasa Astrobiyoloji Enstitü’sünde Bilim Kurulu Üyeliğine seçildi. 
Kimyacı da olsa bilim adamı ünvanlılarımızın iddialarını ortaya atarken ‘’ büyüklerin süt ile beslenmesi ile kemik erimesi ilişkisi’’ konusunda bir akademik araştrıma buluntusu olup olmadığını öncelikle araştırıp Tv’de konuşurken Üniversite’nin adını, araştırmayı yapanların isimlerini ve hangi yılda yapıldığını bildirmeliydi ki inanalım!
Ama yukarıdaki gerçekleri bilmeyen Sayın Saraçoğlu’nun kamuoyumuzu yanlış yere inandırması mümkün!
Kaldi ki Sayın Saraçoğlu’nun isminin sol tarafında Prof. Dr. Yazmakta olduğundan sütün kemik erimesine yol açtığını iddia eder iken ‘’ Akademik Konuşması’’ nı beklerdik!
Kulaktan dolma sanılar ile değil! 
Çiğ Süt Üreticileri Grubu